loading

Kategori: Regresyon

NEDEN HEP BUNLAR BENİM BAŞIMA GELİYOR

“Neden benim başıma hep bu geliyor?”

dediğin, tekrar tekrar önüne çıkan, kişiler değişse bile sonucu değişmeyen her durum, senin o döngüyü kırman için gelir.

Bu benzeş olaylar aynı duyguları yaşatmaktadır.

Bu duygu ile ilk kez muhtemelen çocuklukta tanışılmıştır.

Aldatılma? Kandırılma? Küçük düşürülme? Utandırılma? Değersiz hissetme?…..

Ancak, duygunun hissettirdiği acıdan kaçınmak için, farkında olmadan pek çok savunma mekanizması geliştirilmiştir.

Bunlardan sıyrılmaya cesaret edip, altındaki duyguyu “gördüğünde” ve ona şefkatle dokunduğunda döngüyü kırabilirsin.

Döngüler, bilinçli farkındalıkla çözülemiyorsa, bilinçdışı ile çalışarak çözülebilir.

Senin hayatında keşfettiğin döngüler neler?

GÖLGEYLE YÜZLEŞMEK, BİR VAKA ÖRNEĞİ (REGRESYON SEANSI)

Küçük kızının manipülasyonları, yavaş davranışları ve dirençli inatçılığı ile baş edemediği için gelen 34 yaşındaki bir kadın danışanımın regresyon seansından kesitler aktaracağım sizlere.

Dinamik tiyatro tekniğiyle başlayan seansta kendisini rahatsız eden asıl duygunun, kızının bencilliğine duyduğu öfke olduğunu fark etti. Başkalarını düşünmeden davranmasına tahammül edemiyordu.

Yaptığı içsel yolculukta ilk olarak 14 yaşındayken bencil davranışları sonucu kuzenine yaşattıklarını  hatırladı. Seansın ilerleyen aşamasında bir geçmiş yaşam anısına girdi.

Ailesiyle birlikte yaşadığı ormanda bir kanguruya kasıtlı olarak zarar vermiş ve onun ölümüne sebep olmuştu. Nedeni ise özgürlüğüne engel olmasıydı. Zıplamaları hareket alanını kısıtlıyor ve dilediğini özgürce yapamıyordu.

Bir süre sonra yaşadıkları bu ilkel yaşam alanına bir panter gelmişti. Ona yaklaşamayacağını ve bir şey yapamayacağını düşündüğü için sınırlı bir alanda yaşamaya başlamıştı. Özgürlük alanını kısıtlandığı halde kendine söylediği beyaz yalanlarla durumu kabullenmek zorunda kalmış ve ömrünün sonuna kadar böyle yaşamıştı.

Seansın farkındalık aşamasında, ailesinin ormana kaçış nedenini anımsadı. İçinde yaşadıkları geleneksel kültüre sahip grubun, inançları gereği ritüellerde kullandığı materyalleri etik bulmuyor ve onları modern kültüre sahip başka bir gruba şikayet ediyorlardı. Ve ritüel materyallerinin yok edilmesine neden oluyorlar bunun için de ormana kaçıyorlardı. Bu anın içinde duruma dışarıdan bakarken, gelenekçi gördüğü grubun aslında bilge bir grup olduğunu ama modern görünümlü grubun bilgeymiş gibi davranan insanlardan oluştuğunu fark ediyordu.

Şimdi seans öncesine geri dönerek bazı bilgileri hatırlayalım. Danışan seans öncesi ön görüşmede kendisinden bahsederken; doğru bulduğu halde bazı fikirleri ve değerleri geleneksel olduğu için görmezden gelirken, bilgili gördüğü kişilere ait düşünceleri doğru bulmasa da kabul etme eğiliminde olduğunu belirtmişti. Sonradan böyle davrandığı için kendisine kızgın olduğunu da. Eğitimli kişileri yücelten bir yaklaşıma sahipti. Eşinin manipülatif ve bencil davranışlarına göz yumuyor, lakin kızının aynı davranışlarına tahammül bile edemiyordu.

Seansın farkındalık bölümünün devamında; tetiklenen geçmiş yaşamın bu yaşama iz düşümlerine baktığında, panterin imgesel izdüşümünün eşi, kangurunun imgesel izdüşümünün ise kızı olduğunu farketti. Bu imgelerle özdeş yönlerini hakkında iç görü edindi. Aynı davranışı gösteren iki kişiden “güçlü” algıladığı ile “güçsüz” algıladığına gösterdiği tepkilerinin farklı olduğunu ve her ikisi içinde sağlıklı egosal sınırlar çizemediğinin farkındalığına ulaştı.

Geçmiş yaşam anısından sonra 14 yaşının anısına anlayış geliştirmesine ve bunu yapan parçasını kabul edip kendiyle bütünleşmesine alan açıldı.

Seans başında açığa çıkan öfke onun gölge yönüydü. Kendi bencilliğine duyduğu öfkeyle bütünleşemiyor olmasıydı. Çünkü kişi içeride olmayanı dışarıda göremez. Bir yere yönelen öfke çoğu kişi için  negatif bir gölgedir ve kabul etmek zordur. Fakat bireyin yaşamındaki en büyük dönüşümleri gölgeleriyle bütünleşmek getirir.

Böyle bir seans sonrası kişinin yaşamında dönüşmesi muhtemel durumlardan söz edelim;

Birincisi danışanın enerji alanı değişeceği için kızının gösterdiği dirençte, ağır ve manipülatif davranışlarda değişimler olabilir.

İkincisi kızının davranışlarında bir değişim olmasa bile, edindiği farkındalıktan dolayı rahatsız  olmayabilir.

Üçüncüsü her ikisinin olması da mümkün.

Dördüncüsü kendi düşüncelerine sahip çıkıp, sağlıklı sınırlar koymaya başladığında eşi ile olan ilişkilerinde dönüşüm olabilir.

Beşincisi içindeki duygu dönüştüğü için, diğerlerinin benzer davranışları artık kendisini tetiklemeyebilir ya da böyle davranan insanlarla karşılaşmaya bilir.

ATALARIN YÜKÜNÜ DÖNÜŞTÜRMEK İÇİN SEÇİLEN

SOYUN SESSİZLİĞİNİ İŞİTEN

Tüm sistemler gibi, aile sistemleri de denge ve bütünlük ister. Soyda dışlanmış, yok sayılmış travmalar, konuşulmayan acılar, bir şekilde sonraki nesillerde kendini gösterir. Atalardan aktarılan bu duygusal kalıpları görünür kılıp dönüştürmek için sistem, birini “seçer.”

Sistem tarafından seçilen kişi, farkında olmasa da ruhsal düzeyde bu dönüşüm görevine gönüllü gelmiştir. O, ailenin farkındalık taşıyıcısıdır. Soyda daha önce konuşulmamış, bastırılmış hikâyelerle rezonans halindedir. Yaşamında sık tekrar eden döngülerin, anlamsız korkuların ve engellenmişliklerin farkındadır.

Regresyonun Bütünsel Dönüşüm tekniklerinden biri olan Atalar Çalışması, geçmişten taşınan bu döngüleri ve duygusal yükleri dönüştürme imkânı sunar. Çalışmayla birlikte, enerji bedenindeki ağırlıklar çözülmeye başlar. Kişi kendi dönüşümünü gerçekleştirirken, hem geçmişin yaralarını onarır hem de geleceğine ve gelecek nesillere özgürlük sunar.

Bu yolculuk her zaman zorlu ama çok kıymetlidir. Kişi, atalarının kendi zamanlarında ellerinden gelenin en iyisini yaptığını anlar; suçlamadan, yargılamadan, sevgiyle kabul ederek şifayı başlatır. Yeni bakış açıları ve farklı davranış biçimleriyle, inanç kalıplarını dönüştürür ve ailesinin kaderinde yeni bir gerçeklik yaratır.

GÖLGE BENLİKLE BÜTÜNLEŞMEK

Carl Jung’un ortaya attığı “gölge benlik” kavramı, kişiliğin karanlıkta kalan tarafıdır.

Bilinç dışında bastırdığımız, kabul etmekte zorlandığımız veya toplum tarafından onaylanmayan yönlerimizi ifade eder.

Bu yönler, hem olumsuz hem de olumludur.

Başka insanlarda rahatsız olduğumuz şeyler, aslında kendi gölgemizin yansımalarıdır. Bastırılmış yönlerimiz yaşamımızdaki kişilerde yansırlar.

Gölgeyle yüzleşmek, onun varlığını kabul etmekle başlar.

Gölge yönlerimizi fark etmek, hem güçlü hem de zayıf yönlerimizi daha net görmemize yardımcı olur.

Bu farkındalık, daha sağlıklı ve dengeli bir yaşam sürmemizi sağlar.

GÖLGELERLE BÜTÜNLEŞMEK:

Bu süreç, kendimizi yargılamadan gözlemlemeyi ve tüm yönleriyle kabul etmeyi gerektirir.

Hangi durumlar veya kişiler bizi rahatsız ediyor? Bu tepkiler, kendi gölge yönlerimiz hakkında ipuçları verir.

Yansımalarımız aracılığı ile ortaya çıkan güçlü duyguların altında yatan nedenleri araştırmalıyız.

Günlük tutmak, meditasyon yapmak gölgelerimizle yüzleşmeye yardımcı olabilir. Ancak bilinç dışı çalışmalar yapmak gölgeyle bütünleşmek için en etkili yöntem olacaktır.

İnsanlar genellikle kendilerini “iyi” olarak görmek ister, ancak gölge benlik, insanın “tam” olmasını ister. Gölge benlik, bütüncül bir yaşam için önemli bir rehberdir.

Gölgeyle bütünleşmek, otantik benliği ortaya çıkarmayı ve dengeli bir hayat sürdürmeyi sağlar.

GÖLGE NEDİR, GÖLGE KAVRAMI

Gölge Kavramı

“İnsan var oldukça gölgesi de olacaktır, olmalıdır da. Çünkü ışık varsa gölge vardır. Burada bize düşen karanlıkla bütünleşmektir. Onu yok saymak faydasız, aksine tehlikelidir. Onun dilini anlayıp uzlaşmaktır çözüm. Fakat gölgeyle yüzleşmek cesaret ister, en aşağılık ve en vahşi tarafınızla bir masada oturmak ve onun gözlerine bakmak… O masadan el sıkışarak kalkmak “büyük bir manevi güç” ister. Toplum baskıcı ve sınırlayıcı olduğunda gölgemiz de bastırılır. Bastırılan şey ise daha fazla büyür ve genişler.”

Carl Gustav Jung “Dışa bakan rüya görür, içe bakan uyanır.” Kitabından

Gölge Benlikler

“Gölgenin içindeyken ışığını göremezsin, oysa ışığın gölgesi yoktur.”

Gölgeler dış faktörler tarafından parçalanmış benliklerindir. Yargılanmak gibi kaygılarla bastırdığın, gölgeye attığın bu benlikleri pozitif ve negatif gölgeler olarak ifade ediyorum. Çünkü negatif duyguların nedeniyle kabullenmediğin çok güzel yönlerinde var. Parçalanmış bu benliklerle birleşmek, bütünleşmek tekamülün yegane amacıdır.

Gölge benlikler, kendinden ayrıştırıp bilinç dışına attığın, orada senin onu bulmanı bekleyen parçalarındır. Onu bulup bütünleşmeli ve tamlanmalısın.

Gölgenin içindeyken ışığını göremezsin, oysa ışığın gölgesi yoktur. Bir profesyonelin yoluna ışık tutması gölgelerine ulaşmanı kolaylaştırır. Gölgelerini aydınlatmanın zamanı ise bizimle iletişime geçin.

ANNE ARKETİPİ, AY ve DİŞİL ENERJİ

ANNE ARKETİPİ, AY’ın ve DİŞİL’in SIRLARI

Anne Arketipi astrolojide ay ile sembolize edilir. Dişil enerjiyle özdeşleştirilmesi eski çağlardan beri Ayın tanrıça unvanı taşıma sebebidir.

Enerji astrolojisinde ayın anlamsal açılımları kalp çakrası enerjisinde ifade bulur. Dördüncü çakra olan Kalp çakrası mana alemi demektir. Bedenle bağlantılı olan yedi çakranın, kalbin altında kalan üçü dünyevi olan madde alemin anlamları ile örtüşür ve ay altı alem denir. Kalbin üstünde kalan üçü ise yaratılışın ve mana alemin anlamsal açılımlarını taşır ve ay üstü alem denir. Kalp çakrası diğer altı çarka enerjisinin birleştiği, madde ve mana alemin birlendiği giriş kapısıdır.

Ay anne, kadın, dişil, rahim, doğuran ve hayat verendir. Madde aleminin rahmidir insanı madde aleme doğurur. Mana aleminin de rahmidir, maddeden arınabilen ademi mana alemine doğurur.
Üçüncü çakra astrolojide güneşin anlamsal açılımlarını kapsar. Güneş ego, ben, baba, eril ve hükmedendir. Her zaman bir üst çakranın enerjilerini yaşamına geçirebilen kişi mana aleme daha çok yaklaşır. Üçüncü çakradan dördüncü çakraya yükselişi ifade eden eril enerjinin mana aleme geçişi dişilin, kadının, annenin rızasını almasıyla olur. Öyle ki kalp tasavvuftaki zikriyle mutmain olmalıdır. Bunun içindir ki dünyevi olan madde alem için “Cennet annelerin ayakları altındadır” denir. Kadına mana alemin kapısı atfedildiği için kadın ve dişil enerji bu nedenle kutsaldır.

Eski kültürlerde Ana tanrıçaya atfedilen anlamların altında aynı derinlikli açılımlar yatmaktadır. Tıpkı Anadolu’nun Ana Tanrıçası Kibele’nin taşıdığı derin anlamlar gibi. Toprak ve bereketi temsil eden ve Ulu Ana olarak tapınıldığı da bilinen Kibele’den Kıble kelimesinin türediği söylenir. Kıble ibadet etmek için yöneliştir. İbadet kalptir ve yöneliş kalbedir. İnsanın kalbi kıblesidir. Mana aleme geçiş kalp çakrasının açılmasına ve  An ne demek farkına vararak, kendini kendi kalbinden doğurup ölmeden önce ölmektir.
Yaşam veren dişil faktörü genetik biliminde şu şekilde gözlemlemek mümkün. İnsanın genetik birimi DNA’nın eşey kromozom dizilimi kadın cinsiyetini XX, erkek cinsiyeti XY kromozomu belirler. X kromozomu mekanizmayı yöneten hayati öneme sahip genleri taşır. Y kromozomu ise hayati bilgi taşımaz sadece cinsiyeti belirler. Dişil cinsiyeti belirleyen kromozom aynı zamanda hayati öneme sahip bilgileri de taşımaktadır.

İncelenebilecek pek çok açıdan kutsala dönüşen dişil enerji, gücünü yeryüzüne yansıyan rahim enerjisinden almakta ve altında böylesi derin anlamlar taşımaktadır.

Kolektif Alan Enerjileri, Duyular Ötesi Algılar Ve Eş Zamanlılık

“Kainat yek vücut, tek varlıktır. Herkes ve herşey görünmez iplerle birbirine bağlıdır”
Şems-i Tebrizi

  • İngiliz biyolog, araştırmacısı ve yazar Alfred Rupert Sheldrake’in “Yeni Bir Yaşam Bilimi” kitabında ortaya koyduğu Morfogenetik Alan Teorisi, geleneksel fiziğin açıklayamadığı fenomenlere bilimsel düzeyde açıklama getirmiştir. Teoriye göre; evrende olup biten herşeyin kaydedildiği bir tür hafıza, bir tür bilgi havuzu mevcuttur. Bu hafıza kaydını morfik rezonanslar sağlıyor. Bir eylem bir kez oluştuğunda ve yeterli sayıda tekrarlandığında, bir çeşit morfik rezonans oluşturuyor. Oluşan morfik rezonans uzay zamanda yayılmaya başladığında bu davranış türün üyeleri arasında alışkanlığa dönüşüyor. Bu alışkanlıkların oluşumundaki “tüm hafıza formu” Kolektif Hafıza’ya kaydediliyor. Kolektif bilince kaydedilen bu davranışın bilgisi evrenin başka bir yerinde eş zamanlı olarak türün diğer üyeleri arasında var oluyor. Tıpkı iki ya da daha çok kişinin birbirlerinden habersiz aynı zamanda aynı şeyleri düşünmeleri veya yapmaları gibi. Morfik alanlar davranış, düşünce ve konuşma alışkanlıkları vasıtasıyla kurulmuş kalıplardır.
  • Bu teori sonucu, daha önce yaşayıp ölmüş varlıkların, yaşamakta olan aynı frekanstaki varlıklarla, Kolektif Hafıza aracılığıyla etkileşime girdiği çıkarımına ulaşılır. Evrenin herhangi bir yerinde ve zamanında, eylemler sonucu oluşmuş olan morfik rezonans, yine bambaşka bir zamanda ve mekanda varolan bir kişinin, aynı frekanstaki duygu düşünce ve davranışları ile rezonansa girerek kişinin enerji alanıyla paralel hareket edebilir. Bir duygunun, bir düşüncenin ve bir davranışın enerjisiyle aynı frekansta titreşen bir enerji formu, kişinin enerji alanında varolmaya başlar. Aynı frekanstata titreşilen duygu, düşünce ve davranış kalıplarıyla bağlantıya geçilir. Yani aynı notadan titreşmeye başlanır. Tıpkı bir enstrümanda titreşen “do” notasının, etki alanındaki diğer “do” notalarını titreşime geçirmesi gibi. Kişi kendi melodisiyle uyumlu kolektif alan melodisini hayatına çekerek farklı deneyimler içerisine girebilir. Bu durum aynı zamanda atasal aktarımların nasıl gerçekleştiği, onların yaşamlarından, bilgilerinden, deneyimlerinden ve döngülerinden nasıl etkilenildiğine de bir başka açıklık getiriyor. Ve ayrıca, kolektif alan enerjileriyle nasıl rezonansa girilir? Kişiye ait olmayan bir enerji kişinin alanında nasıl hüküm sürebilir? Sorularına da yanıt oluyor.
  • Regresyon temelli bakıldığında ise burada bir başka önemli nokta vardır. Bu enerji formlarını kişinin hayatına çeken çoğu zaman kişiye ait bir geçmiş yaşam karakteridir. Rezone olunan kolektif alan enerji formundan ayrışma sağlansa dahi, söz konusu geçmiş yaşam karekterine regresyon yapılmadığı sürece, yine benzer kolektif alan enerjileri kişiyle tekrar tekrar rezonansa geçecektir. Bu regresyonun ne kadar etkin çalışan kıymetli bir teknik olduğunu gösterirken, kişisel frekansı yüksek tutmak için pozitif duygu, düşünce ve davranış halinde olmanın önemine de açıklık getiriyor. Ayrıca tam dab u noktada günlük yaşamda sıklıkla etkileşimde olunan kişilerin frekans ortalamasının aynı kişisel frekansla paralel olduğunu da hatırlatmak gerekiyor.
  • Nobel ödüllü Danimarkalı fizikçi Niels Bohr, Kuantum Mekaniği ve atomun yapısının anlaşılmasına Dolanıklık Teorisi ile katkı sağlamıştır. Teoriye göre atom altı parçacıklar bir kere etkileşime girip birbirini tanıdıktan sonra, aralarındaki mesafe ne kadar uzak olursa olsun bağlatı kurarak, birbirleriyle eş zamanlı etkileşime geçmektedir. Bu etkileşim aynı zamanda maddenin yani tüm evrenin hem dalga hem parçacıktan olduğunu göstermektedir. Bu keşif iki ayrı varlığın ya da nesnenin eş zamanlı, uzay zamandan bağımsız birbirlerinden haberdar, senkronize hareket etmeleri ihtimalini de doğurmuştur.
    Diğer bir açıdan bu senkronizasyon, bireysel hayatlarında çok çeşitli sayısız değişken etkileşimine bağlı olarak aynı seansta buluşan, uzman ve danışan arasında atom altı düzeyde bir etkileşimin mevcudiyetini de mümkün kılıyor. Üstelik daha kompleks (karmaşık) bir yapının örüntülerinin tüm seans boyunca süren bir etkileşimde olduğundan da söz edilebileceğini.
    C. G. Jung iki kişinin etkileşime girmesi hakkında şu sözü söylemiştir:
    “İki kişinin bir araya gelişi, iki kimyasal maddenin birbiriyle temas etmesi gibidir. Eğer reaksiyon meydana gelirse ikisi de dönüşür”
  • Bilinç ile madde arasındaki bağlantıyı keşfeden Carl Gustav Jung, dolanıklık teorisinden çok daha önce, anlamlı karşılaşmalar “eş zamanlılık” adını verdiği aynı konunun dönüştürücü sırrına vakıf olmuş ve kendi kuramının temel kavramı olarak, yaratıcılığın ve bilgeliğin kaynağı dediği “kolektif bilinç dışı” kavramını geliştirmiştir.
    Jung’un bu kuramı, bilimin görmezden geldiği; sezgiler, telepati, öngörü gibi duyular ötesi algılara açıklık getirmiştir. Böylece insan aklının sınırlarını zorlayan bu fenomenler anlam kazanmıştır.

Arketipler, Gölge Ve Ayna Kavramları

“Ötekinin sevmediğimiz özellikleri, kendi kendimizi bulmaya yardım edebilir” C. Gustav Jung
“Bir şeye ne kadar karşı gelirseniz o ısrarla olmaya devam eder” C. Gustav Jung

  • Bir şeyin özü, ilki, kalıbı, sembolü anlamlarına gelen Arketip kavramı kolektif bilinçdışının içeriğidir. İnsanın yaratılışıyla oluşmaya başlayan kolektif bilinç dışı; kültürel semboller, imgeler, modeler C. Jung’un tabiriyle arketiplerden ibarettir. İlk kez oluşturulan ve yeteri kadar tekrarlandıktan sonra “davranış kalıbı” haline gelen ve nesiller boyunca aktarılan bu kalıpların devinimi kültürleri oluşturmuştur. Arketipler otonom –özerk- çalışır. İnsan zihni kolektif alanda bekleyen bu hazır bilgiyle, frekansının eşleşmesi sonucu etkileşime girer. Bir bilgisayarın, arabelleğinde daha önce kullanıldığı için hazır durumda bekleyen bilgiyi kullanması gibi.
    Arketipler sosyal yaşamın parçası olan toplumsal sıfatların açılımını yapar. Öğretmen, sanatçı, savaşçı, köle, kahraman, anne, hırsız, dilenci, kurban, sabotajcı, çocuk gibi anlamsal genişlikleri ve derinlikleri olan kavramlardır. Bu kavramsal genişlikler kişisel hayatlarda izdüşümlenir. Zeki, savaşçı, bilge ve becerikli kadın, “Tanrıça” Athena arketipiyle etkileşimdeyken, aşk, tutku, güzellik ve sanat gibi güçlü dişil özellikler “Tanrıça” Aphrodite arketipi ile etkileşimi ifade eder.
  • Arketiplerin kabullenilmek istenmeyen ve kişinin bütününden ayrıştırdığı pozitif ve negatif anlamları, gölge taraflarını oluşturur. Gölge yönler aşağıdaki başlıkların açılımlarından yakalanabilir.
    “… özellikler beni anlatıyor”
    “… özellikleri taşımıyorum bende olmasını da istemem”
    “… özelliklere sahip, nekadar hayranlık verici” “keşke bende de olsa”
    Genelde karanlık yönlerin varlığı kabul edilmek istenmez, şahane özelliklere sahip olunduğunun farkına varılmaz. Etkileşime girilen her canlının, nesnenin, olayın ve durumun kişide uyandırdığı duygu, düşünce, davranışla gölge yönler farkedilebilir. Gözlemleyebilen kişi için bu yönler kişinin içsel yansımalarıdır. “İnsan insanın aynasıdır” sözü ile anlatılan budur. Farkındalığı yüksek kişiler bilirler ki, irritasyon yaşatan herşey kişinin kendisinden ayrıştırdığı yönlerini aynalamaktadır. Kabullenilmek istenmeyen yönler öfke, kızgınlık, nefret gibi duygusal tepkilerle ayrıştırılır ve diğer bir kişiye maledilir. Yada o kişeye hayranlık duyulur. Böylece diğer kişiye yansıtılan niteliğin içsel varlığı reddedilir. Oysa insan içinde olmayan hiç bir bilgiyi dışarıda göremez. “Ötekinin sevmediğimiz özellikleri, kendi kendimizi bulmaya yardım edebilir” Oysa ötekinin hayran olunan tarafları da kişinin gölgesidir. Ben bunlara pozitif gölgeler diyorum. “Ne kadar başarılı bir kadın” “Ne kadar güçlü adam” “Ne kadar muhteşem konuşuyor” Kişi en çok ışığından korkar karanlığından değil. Herhangi birinde hayranlık duyulan her bir özellik kişinin öz potansiyeli içinde mevcut olan ve bir nedenden bütününden ayrıştırdığı, kendisine ait gerçek bir parçadır. Debbie Ford “Işığı Arayanların Karanlık Yanı” kitabında diyor ki; “Siz içinizdeki Tanrı’nın ihtişamını tezahür ettirmek için doğdunuz” Gölge yönleriniz keşfetmek için bu kitaptan faydalanabilirsiniz, gölge yönlerinizi dönüştürmek için ise bir regresyon seansına ihtiyacınız var. Regresyon seansları kişiyi gölgeleriyle yüzleştiren ve onlarla bütünleştiren çalışmalardır.
× Bizimle İletişime Geçin !!